11 Aralık 2013 Çarşamba

Bizansta Çanlar Sustu-Fetih 1453 Kitabımızın ön ve arka kapağı...

Yazar Mehmet IŞIK, Fatih Sultan Mehmet'in çocukluk ve gençlik dönemlerini kaleme aldığı kitabında AYASOFYA'nın Türk-İslam dünyası açısında önemine vurgu yapıyor.Türk tarihi üzerine araştırmaları ve çıkardığı kitaplarla tanınan Mehmet IŞIK,İstanbul'un fethini anlattığı 402 sayfalık çalışmasını ilk roman çalışması olarak adlandırdı.
Kitabın içerisinde Kahramanmaraş'ın tarihine de ışık tutuğunu belirten Tarihçi-Yazar Mehmet IŞIK, Dulkadiroğulları ve Osmanlı arasındaki düğün merasiminden, Maraşlı gelin Sitti Mükrime Hatun ile Fatih Sultan Mehmet'in evliliklerinden,Maraş,Dondurmasından,Maraş el işçiliğinden,oymacılık sanatından,tarhanasından,kuyumculuğundan vb. kültür faaliyetlerinden etraflıca bahsedildiğini ve memleketimizin tarihinin aydınlatılmasına katkıda bulunduğunu ifade etmiştir.

10 Aralık 2013 Salı

Eğitim, dershaneler ve iktidar

Önünde-sonunda zincirin halkalarından bir kısmının kopacağı kaçınılmazdı. Kilide en yakın halkanın üzerine yüklenen baskı, son bir gayret ile kopuşu hazırladı. Henüz halka diziliş sırasından ayrılmadı, ama yeniden sıkıştırılsa da zayıf halka olarak kalacağa benziyor.
Dershanelerden bahsediyorum. Eğitimin bütününü bir zincir olarak düşünürsek, halkalar; çocuk yuvalarından üniversiteye kadar, birbirine bağlı kuruluşları temsil eder. İşte bu halkaları birbirine sabitlemek ve aynı zamanda görevlendirmek üzere ara halkalar olarak eklenen dershaneler var.
Zincir ve halkalar, nihayet birer şekildir, yani formdurlar. İçerikten, muhtevadan yoksundurlar. İçeriği ya da muhtevayı tutarlar, korurlar, sınırlarını belirlerler. Tıpkı binanın giriş kapısına asılan zincirler gibi. Zincir ve halkalar ne kadar sağlam olursa olsunlar, giriş kapısı kağşamış, çürümeye yüz tutmuş, boyası, cilası dökülmüş, menteşesi, mandalı, sürgüsü yerinden oynamış, sökülmüş ya da kapı nemden, rutubetten, yağmurdan şişmiş ise, zincir ve halkalar işte öylece asılı dururlar sadece. Kapının bir darbeyle sökülmesini, açılmasını önleyemezler. Kapı, binanın içinin, bir bakıma aynasıdır.
Eğitimin kapsama alanında olmakla birlikte, ikisinin farklı şeyler olduğunu düşündüğüm için, öğretim faaliyetiyle doğrudan ilgiliyim. Yıllardır, binlerce eğitimcinin yetişmesine, karınca kararınca katkıda bulundum. Geçmiş yıllarda gerek gazetelerde, gerek dergilerde eğitim üzerine yazılar da yazdım. Bütün bunlara rağmen, eğitim konusunda bırakın uzmanlık iddiasını, eğitimi özümlemeye çalışan bir kimse olarak görme eğilimindeyim kendimi. Ancak gözlem, değerlendirme, kıyaslama ve düşünme alanım ve imkanım ölçüsünde eğitimin muhteva olarak gün gün eridiğini, zayıfladığını, işlevsiz bir meşgale halinde gerçekleştiğini, içim ezilip burkularak, son beş altı yıldır da gözle görülür derecede, somut örneklerini görmekteyim. Bilgi, merak, tecessüs, yeteneklerinin farkında olmama somut örneklerde belirgin halde tezahür ediyor.
Yani, eğitim zincir ve halkası, öğrenim (yani üniversite) halkasına dıştan bir lehimle tutturuluyor. Zincirin ve halkaların maddesi, şekilleri, biçimleri, bunların yerleştirip koruduğu sanılan muhteva adeta belirsiz, hatta yok hükmünde. Belki aşırı bir değerlendirme ya da yargı gibi gelebilir bu. Ama üniversite öğrenim sürecinde, duygu ve düşüncesini bir tarafa bırakalım, derlediği bilgiyi kendine özgü bir üslupla aktaramayan öğrencinin eğitim sürecinde eğitildiği herhalde söylenemez. Bilgi, merak ve yeteneği uyandırılamamış bir kimse, öğrenim sürecinde ne yapabilir?
Eğitimin muhtevası, program ve müfredatı belli bir sisteme bağlanmamışsa, zincir ve halka mesabesinde olan eğitim kurumlarının adı ha “süper” olmuş, ha “Anadolu” ya da “sekiz yıllık” veya “4+4+4” sıralaması olmuş ne fark edecek? Hele “dershaneler”e övgü ya da yergi düzmüşüz? Bir de “bütün dünyada var” söylemine sarılma yok mu? Nereden biliyorsun bütün dünyada var olduğunu? Olsa bile o dünyanın insanı ve şartları ne oluyor?
Bugünlerde dershanelerin kapatılması (acaba?) üzerinde kopan fırtına, bize göre, bir “iktidar” çekişmesidir. Dershanelerin eğitim ile ilişkili olması, eğitim sorununun tartışmaya açıldığı anlamına gelmiyor. Elbette eğitim, iktisadi boyutu sürekli artan ve genişleyen bir imkanlar ve fırsatlar alanıdır. Ve iştah kabartan bir menfaat kaynağıdır. Aynı zamanda sadece iktisadi menfaat sağlayan bir kaynak değil, çok farklı itibarların kazanıldığı bir alandır. Bunların elde edilmeye çalışılması, menfaat beklentisiyle eğitim alanında faaliyette bulunulması, kendiliğinden kınanacak bir şey değildir. Zaten çekişme bunlardan çıkmıyor. Onun için iktidar çekişmesi, onun tezahürü olarak bir meydan okuma, hükmünü kabul ettirme göstergesidir
İsmail Kıllıoğlu
(milli gazete)

9 Aralık 2013 Pazartesi

HACI ÂŞIK SELAMİ MENGİLLİOĞLU


   ATIVER GİTSİN

Gönül gel gezgin ol yatma yerinde
Sen seni aleme katıver gitsin
Bir nesne görmedin kökü derinde
Gam yükü sırtından atıver gitsin

İster kısa yaşa ister bin yaşa
Ömür heba oldu kar yağdı başa
Çok yorma kendini şu dağa taşa
Mevcut mallarını satıver gitsin

Dert üstüne bir dert daha ekleme
Bir günün bir güne olmaz denkleme
Her zaman mekanı sıla bekleme
Bazen gurbet elde yatıver gitsin

Selami kalbine koyma gümanı
Felaha er yaşa dini imanı
Vaktinde uyanıp seher zamanı
Mevlanın aşkına çatıver gitsin


Not : heba oldu ;boşa geldi geçti anlamında söylenmiştir


6 Aralık 2013 Cuma

MEHMET IŞIK


Eğitimci-yazar Mehmet Işık, Türk tarihinin önemli olaylarıyla ilgili eserler vermeye devam ediyor.
Yazar Mehmet IŞIK’ın, Yakamoz Yayınlarından çıkan  “1915 Kanla Yazılan Çanakkale Destanı”“Türklerin Kültür Kökenleri ve Türkiye’nin Etnik Yapısı” ve “Her Yönüyle Atatürk” kitapları büyük ses getirmişti.
 Yazar Mehmet IŞIK’ın, Türk tarihine ışık tutacak olan iki yeni kitabı, “Türkiye’nin Derin Tarihi” ve “Atatürk Dinsiz mi?”Yediveren yayınlarından çıktı. Atatürk’ün dini anlayışı ve Osmanlının son yıllarından günümüze kadar geçen süredeki derin olayları okumak isteyen ve bu alanlarda merakı olan herkes için kaçırılmaması gereken eser niteliğindeki bu kitapları, sitemizden temin edebilirsiniz.
Yazar Mehmet IŞIK,1982 yılında Kahramanmaraş’ta doğdu. Kahramanmaraş İmam Hatip Lisesi’nin ortaokul bölümünü (1997) ve İbrahim Çalık Lisesi’ni 2000 yılında tamamladı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesinde lisans ve mastır eğitimini tamamlayan Yazar Mehmet IŞIK, tarih araştırmalarına devam etmektedir. Yazarın, Osmanlı Tarihini ele alan “İğneli Tahtın Sultanları” adlı yeni çalışması ise çok yakında tüm kitapçılarda yerini alacak. Evli olan Yazar Mehmet IŞIK, İstanbul’da ikamet etmekte ve özel bir eğitim kurumunda tarih dersleri vermektedir.

5 Aralık 2013 Perşembe

Malataya/Doğanşehir/Örencik Köyü


Nüfusu : 1065 Tarım arazisi : 2585 dekar İlçeye uzaklığı : 42 km Komşuları: Kapıdere Köyü, Beğre Köyü, Elmalı Köyü, Küçüklü Köyü, Hudut Köyü ve Karanlıkdere Köyleridir. Ormanlık alana sahip olan bu köyde daha önceleri kıl keçisi beslenildiğinden kılı çok anlamına gelen Kılılı adı verilmiştir. daha sonra köy halkının bir kısmı arazi azlığı nedeni ile geçim sıkıntısından geri kalan kısmı ise kız kaçırma yüzünden çıkan olaylar nedeni ile köyü terk etmişlerdir.Bakımsız viran kalan köyde yer yer evler yıkılmış harap bir görünüm meydana gelmiştir. Bu nedenle köyün adı daha sonra Örencik olarak değiştirilmiştir. Köyün kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, yaklaşık 300 yıldır köyde insanların yaşadığı tahmin edilmektedir. Köy çok dağınıktır. Birkaç ev bir araya yapılarak mezralar oluşturulmuştur. Bu mezraların içinde Yekli, Pancarlı, Kale ve Hopun mezralarında ilkokul bulunmaktadır. Havası ve suyu güzel bir orman köyü olan Örencik'e yazın göçebe olarak aileler gelirler. Burada yaşayan aileler arasında bir kız kaçırma olayı meydana gelmiş ve iki kabile birbirine düşmüş ve çıkan çatışmada birçok kişi hayatını kaybetmiştir. Bunlardan bugün 8 tanesinin mezarı bellidir. Kabilelerden birisi köyü terk etmek zorunda kalarak Kahramanmaraş'ın Türkoğlu İlçesine gitmiş ve burada aynı adla köyü (KILLILI) kurmuşlardır. Köy orman içinde olduğundan köyde yakacak sıkıntısı yoktur. Tarım arazisi ise orman yer yer temizlenerek açılmıştır. Köyde sulama suyu olmadığından tarım ürünleri çok azdır. Köyde yaklaşık 2700 koyun ve keçi vardır. Hayvansal ürünlerden yeterince yararlanılmaktadır. Köyde ki gençler mevsimine göre Adana, Mersin gibi illere portakal toplamaya giderler. Köyün başlıca gelir kaynağı budur. Bunların yanında bazı evlerde halı ve kilim dokuması da yapılarak aile bütçesine katkı sağlamaktadır. Gezilip görülecek yerler bakımından pek çok yer görülmeye değer niteliktedir. Ancak ulaşım yetersizliğinden dolayı köyün bu potansiyelinden yararlanılamamaktadır. Kale mezrasında ki kale kalıntıları Ermenilerden kaldığı sanılmaktadır

4 Aralık 2013 Çarşamba

Aşık Yunus


Bu Bize Düşmez miydi ?

 Bu gün geçmişte Irak ve Afganistan’da olduğu gibi Suriye, Mısır ve diğer İslam ülkeleri üzerinde çeşitli stratejik oyunlar oynandığını artık hepimiz kabul ediyoruz. Ancak biz bunun sorumluluğunu doğrudan batılı güçlere mi yüklemeleyiz. Yıllarca Coca-Cola markasına İsrail-ABD malı deyip hep ticareti öne sürerek, hükümetlerimizi bu ülkelerin oyuncağı olarak gördük. Ancak ne var ki biz bunun daha iyisini yapalım diye bir mücadeleye çoğu kez girmekten uzak durduk. Çünkü bizde felaket tellallığı önemli bir meslek haline gelmiştir. Halk bu gibi konulara yönelince siyasiler de bu konular üzerinden siyaset yapmaya çalıştı yıllarca. Elbette her bir İslam ülkesinin kendisi içerisinde, bölgesiyle ve dünya ile ciddi kompleks yapıda sorunları bulunmaktadır. Bunları derinine inmeden analiz edebilmek mümkün değildir ya da eksik bir değerlendirmeye neden olacaktır. Ancak biz her zaman suçu başkasına atarak kendimize bir masumiyet karinesi yükledir. Yanlızca Türkiye açısından değerlendirmemek gerekir meseleyi. Suudi Arabistan, İran, Pakistan, Endonezya, Malezya, geçmişte Mısır gibi dünyanın farklı konumlarında bulunan güçlenme potansiyeli olan ülkeler açısında dan meseleyi irdeleyebilmeliyiz. Biliyoruzki hemen savunma taktiğimiz ‘’göz mü açtırdılar ki?’’ ifadesi olacak. Bu bir noktaya kadar geçerli savunma mekanizmasıdır. Öncelikle İslam Dünyası mezhepsel, itikadi, milli meselelere takılmaktan kurtulmalı ve bunu her bir birey müslüman değerlendirmelidir. İslam Dünyasında bunca kan ve göz yaşı varken minicik masum çocuklar annelerinin babalarının arkasında hıçkırıklara boğulurken bizim birbirimize takılmamız tamamen bir zulm ve kesinlikle hesabı verilmesi zor bir olgudur. Toplumda öyle görüyoruz ki milliyetçi değilim diyen milliyetçiliğinin farkında olmadığı, tarikatçı değilim diyenlerin tamamen taassup içerisinde olduğu gibi konular gözlerimizin önünden eksilmeden artmaya devam etmektedir.
Geçenlerde Malatya’da düzenlenen Mısıra Destek Mitinginde onlarca farklı STK’nın bir araya gelerek bir birlik mesajı vermesi ve bir konuşmacının ‘’Bırakalım Alevisini Sünnisini, Nurcusunu Süleymancısını, Sağcısını Solcusunu konuşmayı. Hep bir bütün olalım.’’ mesajı beni şahsen oldukça etkilemiş ve İslam dünyasında sadece din birliği üzerine dayalı bir birlikteliği mümkün kılmanın küçük bir örneğini sergilemesi bana büyük mutluluk ve haz vermişti.

Peki Bunun İçin Ne Yapılmalı?
Değerli okuyucular. Herşeyden önce dünyada 65’e yakın İslam ülkesi bulunmaktadır. Bu ülkelerin liderleri öncelikle birbirleri arasında güç mücadelesine girip bencilce politikalar uygulamamalı. Mezhepsel ve itikadi konular tamamen ilim adamlarının insiyatifine bırakılmalıdır. İslam Dünyası’nın %90’ı kadın, yaşlı, çocuk, ilim adamı, cihat etmesi gereken nüfus oranı ise %10 dur. Ancak ne var ki günümüz erkekleri erkekliklerini ailesine sert olmakla, dışarıda insanlara nefsi için güç gösterisi yapmakla ya da internet mücahitliğiyle göstermektedir. Bizler teknolojiye, okumaya, araştırmaya, dini yaşamaya vakit ayırmadığımız için bu gün İslam Dünyası bu halde. Bu şekilde devam ettiği sürece de gökten Kudret Helvasının düşmesini beklemeyi sürdüreceğiz. Diğer bir konu; İslam Dünyası tek bir lidere, tek bir lider ülkeye ihtiyacından çok daha fazlasına ihtiyaç duymaktadır. Evet Türkiye stratejik olarak ve toplumsal dinamik olarak önde gelen ülkelerden ancak Adnan Menderes’in her mahallede bir milyoner yaratma düşüncesi gibi her bir bölgede bir bölgesel İslam gücü için çalışılmalı. Bu güçler ile birlikte diğer İslam devletleri daha sonra stratejik ortaklıklarla birbirine bağlı olarak değil ‘’BAĞIMLI’’ halde davamlılıklarını sürdürmelidirler. Tarihin her devrinde bir güneş doğar birisi batar. Bu çerçeveden bakacak olursak meseleye İslam toplum ve devletlerinin dinamizminin korunması yönünde düşünce enstitülerinin kurulmasına, uluslar arası işbirliği kuruluşlarının kurulup güçlenmesine katkı sağlayarak İslam devletlerinin varlığını güçlü bir şekilde muhafaza edilmesi gerektiği taraftarıyım. Son olarak aile eğitimlerine çok ciddi önem verilmelidir. Aile bireylerden oluşmakla birlikte bireyi ve toplumu meydana getirir. Bunun için İslam Dünyasının güçlü ekonomileri İslam ülkelerinin aile eğitimi için ciddi fonlar ayırmalı ve bu fonlar ilim adamları aracılığıyla hiçbir siyasi ya da dini grubun müdehalesi olamdan ve kişisel görüşlerden uzak olarak sıkı bir denetim mekanizmasıyla toplumların tabanına yayılmalıdır. Bu görevi ise  İslam İşbirliği Teşkilatı üstlenmelidir. Ve bunlar gibi değişik yüzyıllık proje ve stratejiler ortaya atılarak geliştirilip uygulanabilmelidir.

Bizler her ne kadar bu gün bu hal içerisindeysek de bunun bir gün son bulacağı inancını içimizde taşımalı, bunun için ölümden korkmadan, maddi imkanları bir noktadan sonra düşünmeden elimizden hangi iş geliyorsa o alanda en iyisi olmaya çalışaraktan, birbirimizin haberi olmadan ama varmış gibi bir bütün şeklinde hareket ettiğimiz tarzında bir varsayım üzerinden yürümeliyiz. Onların yüzünden demeden, bu bizim hatamızdı bugün Suriye’ye, Libya’ya 60 üzerinde ülkesiyle nicelik olarak devasa bir güç olan biz İslam ülkeleri ile bu kanı durdurmalıydık, anlayışı içerisinde olunması gerektiği kanaatindeyim. Bu gün %10 ile cihat potansiyeline sahip bu grup elinden geleni ardına koymamalı ki zaten büyük ihtimal akan bunca kanın hesabından bu dilim sorumlu olacaktır. Yalnız iki kaynak (Kuran ve Sünnet), çerçevesinde strateji, teknoloji, ekonomi, toplumsal gelişmişlik.
Kimin İçin Öldüyseniz Ödülünüzü Ondan Bekleyiniz!!! (Seyyid Kutub)